Adı Aşk 13 « Kernek Haber – Malatya Haber :Son Dakika Malatya Haberler

29 Ocak 2025 - 03:25

Adı Aşk 13

Son Güncelleme :

31 Ağustos 2022 - 11:08

265 views
Adı Aşk 13

Sonbaharın son ayı gelmiş, pamuk kazması, sulaması, toplaması bitmişti. Nişanlım ailesiyle evlerine dönmüşlerdi. Haberi alır almaz ufak tefek hediyeler alıp evlerine gitmiştim. Esmer tenli olan nişanlım güneşin altında, Çukurova’nın sıcağında daha da kararmıştı. Neyse ki iş bitmiş, rahata kavuşmuşlar, sağ selamet evlerine dönmüşlerdi. Kaynanam hamarat bir kadındı. Boş durmamış, boş vakitlerinde bırakılmış pamuk tarlalarından başak toplayıp, hararlara basıp eve getirmişti. Eliyle işaret edip :”bunlar çivitli pamuk, sizin için topladım, karyola döşeği, yorganı ve yastık yapacağım. Sana da bunları götürüp çektirmek düşüyor.” dedi:” Canın sağ olsun ana, sen bunca emek etmişin, çektirmek kolay iş.” hemen ikinci gün, bir at arabası tutup hararları yükleyip Adana yolu üzerindeki AK DAĞLAR çırçır fabrikasına getirip çektirdim. Kaynanam çoktan işe koyulmuş, harıl harıl çalışıyor, yatak yapıyor, çeyiz işliyor oysa bizde hiçbir hazırlık yok. Evimize göçmüştük ama henüz borçları bitirememiştim. Kasım ayı idi, bir pazar günü nişanlım, kaynanam ve küçük kardeşi İsmail bize geldiler. On dakika kadar oturup: “Haydin biraz içmeye doğru gezelim.” oysa kaynanamın yaptığı iş değildi. Bunda bir gariplik vardı, hem nişanlım da çok üzgün gözüküyordu. Biraz yiyecek bir şeyler alıp içmeye doğru yürüdük. İçme, Osmaniye, Gebeli mahallesinin üst tarafında, dağın yamacında, şifalı bir su kaynağı idi. Oraya vardığımızda anam, abim, kaynanam, oturup konuşurken ben de bir göz işaretiyle Hacer’i kaldırdım, usulca oradan uzaklaştık. Tam el ele tutuşmuştuk ki ancak kaynanamın, fazla uzaklaşman diye sesi geldi. İkimiz bir ağızdan tamam deyip biraz ileride, çalıların arkasında oturduk. Nişanlım çok üzgün gözüküyordu. Nerden icap etti bilmiyorum, birden kafasını öne eğip elindeki çubukla yeri çizerken : “Olur ya, benden ayrılacak olsan, beni kaybetsen ne yaparsın?” bu soru sıradan bir soru değildi. Manası ağır, kaldırılamayacak bir yüktü benim için: “Bu da nerden çıktı, şimdi?” dedim: “Bilmem öyle içimden geldi, sordum.” dedi. Biraz düşündükten sonra, elimle çenesini yukarı kaldırıp: “Bana bak, bana bir daha böyle sorular sorma! Ben yeterince acı çektim. Tam mutluluğu yakalamışken ikinci bir acıyı kaldıramam. Ha seni, benden ancak ben ölürsem ayırırlar. Yoksa bizi ayırmaya Allah’tan başka kimsenin gücü yetmez! Niye dersen; ben bu uğurda ölümü göze almışım.” sadece: ”Sevindim.” dedi Bu arada iki saat kadar olmuştu ki sohbet, muhabbet derken abimin sesi geldi: “Neredeyseniz gelin, gidiyoruz.” diye. Yine el ele tutuşarak onların görebileceği yere kadar geldik. Sonra ben önde, o arkada yanlarına geldik. Zaten onlar da ayaklanmış, gidiyorlardı. Tepeden aşağı yavaş adımlarla inerken kimse tek kelime konuşmuyordu. Abime baktım, sanki sinir küpü, kap kara geçmişti; anamsa derin bir düşünceye dalmış, öylece yürüyordu. Eve geldiğimizde, her ne kadar ısrar etmişsek de durmadılar. O zaman ben sizi götüreyim, deyip beraber çarşıya kadar geldik. Baktım onların konuşacağı yok, kaynanama dönüp: “Eğer izin verirsen Hacer’le bir resim çektirmek istiyorum, deyince o da olur dedi. Hemen tanıdık olan bir fotoya girip el ele tutuşup bir resim çektirdik. Onlar: “Biz eve gideriz, birileri bizi beraber görürse laf eder, sen en iyisi evine git.” deyip oradan uzaklaştılar. Ben tekrar fotoya girdim, iki kardeş abi ve Harun oturuyorlardı. İkisiyle de samimiydim. Ben daha kaç gün sonra çıkar demeye kalmadı, Harun: “nişanlın mı? “ dedi. Evet, nişanlım deyince: “ Ya kusura bakma da sana, gönülsüz mü verdiler bu kızı? Ne kadar üzgündü öyle, ne kadar gülümseyin desem de o, hiç şeklini değiştirmedi. Resim çıkınca da görürsün, sanki babası ölmüş gibi üzgündü.” dedi. Hemen müdahale edip “dağa gezmeye gittik, yorgundu, ondandır. Hele söyle; resim ne zaman çıkar?” Harun “haftaya çıkar, gel al.“ dedi. Belediye otobüsü durakta olmasına rağmen, yürümeyi tercih edip hızlı adımlarla eve doğru yol aldım. Eve geldiğimde, her zaman olduğu gibi anam, yemek pişirmekle meşguldu, abim ise bir kenara oturmuş, derin düşünceler içerisindeydi. Selam verdim, duyan bile olmadı. Anamın yanına varıp “ne oldu ana?” dedim. O da “hiç de güzel şey olmadı, durumlar kötü. Neyse, yemeği yiyelim de anlatayım.”dedi. Sessizlik içinde yemeği yedik. Abime: “ Ne oldu?” dedim. Küfürler savurmaya başladı, onun her zamanki haliydi, ısrar etmedim. Biliyorum ki daha çok sinirlenecek, anama dönüp “Sen anlat anam ne oldu?” Anam, önce söz aldı üzülmeyeceğime, anlatmaya başladı: “Sabahleyin hep beraber dağa gittiğimizde, sen nişanlınla gezmeye gidince kaynanan konuyu açtı; önce düğünü ne zaman yapacaksınız?” dedi, ben de “Daha hiçbir hazırlığımız yok, Mustafa çalıştığını eve veriyor, borcumuz az kaldı; Musa da şimdiye kadar evle uğraştı. Şimdi yeni işe başladı, düğün kolayına yapılmaz bize altı yedi ay müsaade edin, hazırlık yapalım.” dedim. Kaynanan sinirlendi, bizim Urfalılarda nişanlı kız fazla beklemez, bak biz on beş gün içinde isteyip, aldık. Daha fazla bekleyemeyiz, size bir ay mühlet, düğünü yaptınız yaptınız yoksa bu iş bozulur! Bozulursa da kız, beş on gün içinde başkasına gider, haberiniz olsun! Ben her şeyini hazırladım, siz de bir yatak odası döşeyin, zaten karyola döşeğini, yorgan, yastığını yaptım; siz sade mobilyasını alacaksınız. O da bir karyola, bir somya, iki kapılı gardolap, masa sandalye, bir sandık; sizden altın akçe de istemiyoruz. Bir de ama şaka ama ciddi gülerek; birisi kızı istiyormuş, o düğün yapamaz, ondan cayın bana verin demiş.” işte o an kan beynime sıçradı. Öylesine sinirlenmiştim ki saçlarım diken diken olmuştu. Kimdi bu adam? O hırsla bağırmışım: “Ben bunu o şerefsize koymam! Zaten bundan da ayrılırsam, onu da yaşatmam!” Tutunduğum bu dalı, benden almak isteyen o adamı tanımak, tek arzum olmuştu.

Sabahleyin işe gittiğimde patronum Niyazi Nacar erken gelmiş, sipariş listesini yazıyordu. Beni görünce çağırdı, yüzüme doğru şöyle bir baktı: “Ne ulan, yüzünden düşen bin parça.” ben ona dayı derdim “Dayı durum kötü.” dedim “Ne oldu gene?” dedi: “Kaynanamgil hemen gelini alın diyor, bu iş çok uzadı, bir yılı geçti, size bir ay müsaade yoksa nişanı bozarız, diyorlar. Biliyorsun; yirmi bin başlık parasının ancak sekiz binini verdim, on iki bini duruyor. İş bozulur, bunu da kaybedersem ölürüm! Beni ancak sen anlar, sen derdime derman olursun” deyince “Hele anlat derdini, amma söz ile değil sen aşıksın, nasıl zam isterken şiir yazıp masama bırakıyorsan şimdi de türküyle anlat bakalım, derdin ney imiş?” Patronum Niyazi Nacar’a söylediğim türkü:

Kayın peder ister başlık parası

Sahipsizlik oldu sinem yarası

Kör olsun fakirlik yüzüm karası

Aman dayı benim derde bir çare

Ne Hacı anlar ne Hasan Hüseyin

Kime dert yanayım kime küseyim

Sen de oldu arzum sen de isteğim

Aman dayı benim derde bir çare

On dört yaşındayken terk ettim yurdum

Çok çileler çektim kara gün gördüm

Emmim halam yok ki eylesin yardım

Aman dayı benim derde bir çare

Dayılarım vardı sahip olmadı

Eşim dostum zaten haldan bilmedi

Benim senden başka kimsem kalmadı

Aman dayı benim derde bir çare

Usandım genç yaşta canımdan geçtim

Çaresiz kaldım vallahi şaştım

Ellerine kaldım ocağına düştüm

Aman dayı benim derde bir çare

Sen vermezsen söyle nerden bulurum

Ayrılığı gördüm iyi bilirim

Bunu da kaybetsem bil ki ölürüm

Aman dayı benim derde bir çare

On iki bin kaldı başlığa borcum

Kesildi ümidim kalmadı gücüm

Yetimlik gariplik herhalde suçum

Aman dayı benim derde bir çare

Kuluncak’tan kaçıp yanına geldim

Dört yıldır çalışıp burada kaldım

Ben seni bir ağabey bir baba bildim

Aman dayı benim derde bir çare

Gecikti diyerek caymak isterler

Beni yarı yolda koymak isterler

Davulun sesini duymak isterler

Aman dayı benim derde bir çare

Yeydani’yim başlık borcum vereyim

Davullu zurnalı düğün kurayım

Ver elini öpem kurban olayım

Aman dayı benim derde bir çare.

Öylesine içten, ağlayarak söylemiştim ki türküyü, az bir vicdanı merhameti olan dayanamazdı. Baktığımda Niyazi Dayı’nın gözleri yaşarmıştı: “Tamam, yarın akşama on iki bin lira elinde, götür ver. Düğün gününü kes, hazırlıklara başla. Ben sana gereken yardımı yapacağım, bana olan borcunu da tüm borçların bittikten sonra yavaş yavaş ödersin.”

Bir sevinçle imalata girdim ki sanki kuş olup da uçarak. İçeride ocaklar yanmış; akideli şeker, lokum, sucuk pişiyor. Çıraklar, kalfalar, ustalar harıl harıl çalışıyor. Benim neşeyle içeriye girdiğimi gören arkadaşlarım, nerde kaldın diye sorgulayacaklardı ki onlara fırsat vermedim. Önce ustamın elini öpüp sarıldım, sonra kalfalara sarılıp öptüm, daha sonra da çırakları öptüm. Hepsi bana şaşkın şaşkın bakarken: “Az önce Niyazi Dayı’nın yanındaydım, sağ olsun kalan on iki bin lira başlık parasını yarın verecek. Bir aya kadar düğünü tutacağım, deyip işe giriştim. O zaman otomatik makinede akideli boyalı şeker fitili çekiyordum, öylesine iştahla çalışıyordum ki gayrı kim tutar beni.

İkinci gün akşam iş çıkışı patron parayı verdi, istersen beraber gidelim dediyse de ben: “Yok dayı sen zahmet etme, gerisini ben hallederim.” deyip bisikletime binip nişanlımın evinin yolunu tuttum. Eve girdiğimde yemek yiyorlardı, sofraya davet etseler de aç olmama rağmen yemedim. Kendimce kırılmıştım, sofra kalkınca usulca kalkıp kayınbabamın yanına oturup parayı çıkarıp sayarak teslim ettim. Kafamı doğrulttuğumda Hacer karşımda oturuyordu, bir an göz göze geldik. Sanki gözlerinin içi gülüyordu. Baktım kaynanamın morali yerindeydi. Ortaya konuşur gibi: “biliyorsunuz; benim pek kimsem yok, anamın da abimin de bu işlere pek aklı ermez, eğer müsaade ederseniz bir aya kadar düğünü tutmak istiyorum. Kaynanam, biri konuşurken başını öne eğer sessizce dinlerdi. Yavaşça kafasını kaldırıp biz hazırız oğlum, sen de hazırlığını bitir, düğününü kur, Allah hayırlı eylesin.” dedi. Hemen yerimden kalkıp müsaade istedim, gitme çaya kal dedilerse de: “İşim çok bundan sonra geceyi gündüze katmam gerek.” deyip bisiklete binip eve doğru pedalladım…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
Malatya Boşanma Avukatı-Malatya Ceza Avukatı