Kahvaltı bitmiş, son çayımı da yudumlayıp tahta sedire oturup, keyifle sigaramı içerken bir taraftan da gözlerim Selvi’yi arıyordu. Göremeyince de hemen ayağa kalkıp tüm odaları dolaştım fakat yoktu. Anam mutfakta bardakları yıkıyordu. Dışarıya bakmak için çıktığımda onu evin yan tarafında yolun kenarında dururken buldum. Önce uzun uzun büyük bir hayranlıkla baktım, bilmiyorum Mecnun’un gözündeki Leyla mıydı? Omzuna attığı çifte, özenle örülmüş belikleri, incecik beli, nerdeyse yere değen uzun eteği… sanki masallardaki peri kızına benziyordu. Baktıkça bakasım geliyor ve bakmaya doyamıyordum. Bir kuş misali ürkütmeden usulca yanına varıp “sabah sabah burada ne bekliyorsun” dedim. O da “her gün bir çerezci buradan çarşıya gider. Bende şimdi onu bekliyorum, çekirdek alacağım. Sohbet ederken yeriz” az sonra seyyar arabayla çerezci geldi, on liralık aldı, parasını verecek oldum kaşlarını çatıp “sen benim misafirimsin sana düşmez” diyerek gülümsedi. Beraber içeriye geçtik. Çekirdeği bir kaseye koyup boş olan odayı gösterdi “haydi orada yiyelim” dedi. Yer minderlerine oturup bir yandan çekirdek çitlerken bir yandan da derin bir sohbete dalmıştık. Bir ara bana bakıp “pantolonun ütüsü bozulmuş çıkart da ütüleyeyim” dedi. “Ne giyeyim” dedim, “bekle” dedi. Az sonra bir etekle geldi “al bunu giy” dedi, “bunu mu” dedim “evet” dedi. “On dakika giymekle kız olmazsın korkma” deyip kapıyı kapattı. Eteği alıp giydim, kapıyı açıp içeri geldi. “Güzelde yakışmış” deyip pantolonu alıp masanın üzerinde ütüledi ve bana verdi. Bende gülerek “bana da yakışmıştı” dedim. O, odadan çıkınca pantolonu giydim, on dakika kadar olmuştu gideli tam kalkıp ona bakacaktım ki elinde bir tabakta doğranmış kavunla geldi. Tam çatalı batırıp kavunu ağzıma götürecektim ki “dur” dedi. Çatalı kavuna batırıp ağzıma doğru uzattı, öylesine mutlu olmuştum ki ben ona, o bana yedirerek tabağı bitirdik. Bir ara öylesine ona baka kalmışım ki gözlerim yaşarmış. O da şaşkın şaşkın elime vurup “hop hemşerim ne oldu gene” deyip, göz yaşlarımı silerek “biliyor musun Selvi’m ben yetim büyüdüm, fakirlik çektim, çoban oldum, büyük acılar yaşadım ama Rabb’im mükafat olarak senin gibi bir meleği karşıma çıkardı. Ben ağlamayayım da kim ağlasın” bir müddet sustuk, bu suskunluk sanki az sonra çıkacak fırtınanın sessizliğiydi. Nasıl oldu bilmiyorum bir anda Selvi’nin geçen yıl beni yollarken söylediği sözü aklıma geldi. Hiç düşünmeden “Selvi” dedim “buyur” dedi, “biliyor musun geçen yıl bana bir laf söyledin, eğer tabancam olsaydı seni vururdum” dedim. Demez olaydım o sevimli melek gibi kız kıpkırmızı kesilip, ayağa fırlayıp “ben sana ne yaptım da vuracaktın beni. Biriyle konuşurken mi gördün, bir namussuzluk mu yaptım, nasıl seni tanıyamadım” deyip, hıçkırıklara boğularak kapıyı yüzüme çarptı ve başka odaya girip kapıyı kilitledi. Ne kadar ısrar ettimse de açmadı o kapıyı. Moralim sıfıra düşmüş, yaptığım hata beni çıkılmaz bir yola sürüklemişti. Anam durumun farkına varmıştı. Anama dönüp “haydi gidiyoruz” dedim. Anam “olur mu oğlum Burhan emmin gelsin, kızı bize emanet etti” dediyse de toparlanıp anamı da alıp çarşıya geldik. Kuluncak’ın arabası ikindi sonu gidiyordu. Saat on bir gibiydi hiç anamla konuşmadan bir saat kadar kaldırımda oturduk. Kalbim, boğazım sıkışmış gibi boğuluyordum, böyle eli kolu bağlı kalamazdım, anama dönüp “ana ben acıktım şu lokantada bir çorba içeyim” dedim. Anam “bende geleyim” dedi. Orada öyle bir şey söyledim ki anam bana “ölene kadar bu kalleş” dedi. Herkese dedim ana, o lokantanın kapısına yazmışlar “kadınlar burada yemek yiyemez” diye” o zaman sen git ye” dedi. Koşarcasına Selvi’nin evine gittim. Kapı açıktı, tereddütsüz içeriye girdim. Selvi pencerenin önüne oturmuş elini çenesine koymuş öylece duruyordu. Geldiğimi görünce kalkmaya çalışmışsa da müsaade etmeyip yanına oturdum.” Çok özür dilerim bir cahillik ettim” dedim, o bir şey diyecek gibi olduysa da “sus ben lafı bitireyim sen öyle konuş, bak Selvi sen benim canımsın, ben senin uğruna bu canı seve seve veririm. Benim sana o hatalı sözlerim neydi biliyor musun, hani geçen yıl ben giderken sen ayakkabımı döndermiştin, bende hafifçe sırtına vurup aha gidiyorum buralar sana kalsın demiştim, sende ne vuruyon lan demiştin, bende sana vurmayıp kime vurayım demiştim, sende boşa ayak yapma demiştin ya ha işte onun için acaba başka birimi var diye düşünmüştüm, maksat şaka olsun kapanan sohbet açılsın, sende diyesin ki benim senden başka kimsem yok, yoksa ben sana nasıl kıyarım, gerekirse canıma kıyar ama sana kıyamam, sensiz yaşayamam, nefes alamam, boğulurum, ölürüm” öylesine ağlayarak anlatmıştım ki Selvi de yavaş yavaş düzelmiş tamam sana inandım demişti. Sonra gözlerime bakıp bir şey söyleyecek oldu, ona parmağımla sus işareti yapıp şimdi beni iyi dinle dedim ve eli kulağa atıp şu türküyü söyledim;
Cahil idim ondan sözüm bilmedim
Özrümü kabul eyle Selvi kız
Hata ettiğimi sonra anladım
Özrümü kabul eyle Selvi kız
Bilemedim bir an gaflete daldım
Bir hata ettim de dersimi aldım
Anamı çarşıda bırakıp geldim
Özrümü kabul eyle Selvi kız
Ben seni çok üzdüm elbet bilirim
Söylesene sensiz nasıl kalırım
Eğer barışmazsan burada ölürüm
Özrümü kabul eyle Selvi kız
Tövbe gitmem sopa taşla döv beni
Dışarıya atıp ister kov beni
Hatasız kul olmaz böyle sev beni
Özrümü kabul eyle Selvi kız
Gayrı beni anla kurban olayım
Nazlı olduğun nerden bileyim
Gülümse ki çifte gamzen göreyim
Özrümü kabul eyle Selvi kız
Aşık YEYDANİ’yim sanadır sözüm
Barıştık demezsen güler mi yüzüm
Her şeyi anlatır ağlayan gözüm
Özrümü kabul eyle Selvi kız
Türküyü bitirmiştim ki, dizimde duran elimin üstüne elini koyup “özrün kabul oldu” deyip güldü “niye güldüm biliyor musun” dedi “yok” dedim. “Gamzelerimi gör diye güldüm” bir anda tüm karabulutları dağıtıp, yine göz göze bakışarak, anamın çarşıda olduğunu unutup, uzun bir sohbete dalıp gittik. DEVAM EDECEK……