Adı Aşk 7 « Kernek Haber – Malatya Haber :Son Dakika Malatya Haberler

30 Ocak 2025 - 09:12

Adı Aşk 7

Son Güncelleme :

23 Mayıs 2022 - 9:25

518 views
Adı Aşk 7

Sonbahar yaklaşmış, köyde abim hazırlıkları bitirmiş, Osmaniye’ye göç için araba  ayarlıyordu. Hekimhan’a kadar arabayla getirecek, oradan trene verecekti. Trenle gelmenin planlarını yaparken bana da bir mektup göndermişti. Bir ev kiralamamı istiyordu. Çok yakında oradayız, kendi evimizi yapmaya başlayacağız, diyordu. Hemen bir araştırma yaptım. Üvey abim Süleyman’ın kayın babasının evi boştu. Hem de Süleyman abimin evinin yanıydı. Bizim için daha iyiydi, üstelik ev yapacağımız arsaya da fazla uzak sayılmazdı. Fiyatta anlaştık, evi tuttum. Anam gili beklemeye başladım, birkaç gün sonra bir ikindin üzeri abim imalata geldi. Hoşbeşten sonra “Evi getirdim, anam istasyonda bekliyor, bir araba tut götürelim.“ dedi. Hemen ustamın iznini alıp imalatın karşısındaki sebze halinde tanıdık bir at arabacı bulup dörtnala istasyonun yolunu tuttuk. Tabi o zamanlar bizim evin göçünden ne olacak: anamın bir sandığı, birkaç kap kacak, bir iki kat yatak… Zaten Musa abim gelirken çoğu şeyi satmıştı. Giderken hemen abime sarılıp heyecanla ”Abi ne yaptınız Selvi’ye takıntı taktınız mı? Selvi’me hemen öyle bir yüzük, bir küpe işi yapmayaydınız, en azından bir çift bilezik takaydınız.” dedim. Demez olaydım!  Abimin asık olan yüzü daha da asıldı. Küfürler savurmaya başladı, işte o an bendeki o heyecan gitmiş, yerini endişe ve karamsarlık almıştı. Ben “ALLAH için söyle abi.” dedimse de o küfür ediyordu. Sonra bana dönüp “Bana bir şey sorma, oraya giden anamdı, ondan sorarsın.“ deyip sustu. İstasyona vardığımızda anam yükün yanında oturmuş, hüzünlü hüzünlü duruyordu. Bilmiyorum ilk defa memleketini, evini, ocağını, eşini, dostunu, kırk yıllık konu komşusunu bırakıp geldi diye mi, yoksa abimin söylemek istemediği olumsuzluktan mıydı? Beni görünce ayağa kalktı. Gözleri dolmuştu, bana sarılırken ağlıyordu. At arabasına göçü yükleyip, Cumhuriyet Mahallesi’nde ki tuttuğum eve doğru yol aldık. Atın asfalt yolda nal sesleri kafama tokmakla vuruyor gibi geliyordu bana. Arabanın üstünde anamın elini tekrar öpüp “Kurban olam anam, abime dedim söylemedi bari sen söyle; Selvi’me ne oldu? Anam kafasını öne eğip, bir suçlu gibi anlatacağım ama üzülme dedi. “buraya geleceğimiz kesinleşince abinin işi vardı, ben tek gittim, üzerime para aldım. Niyetim Darende’den bir çift bilezik almaktı. Evden de iyi günde kötü günde deyip biriktirdiğim üç büyük altın vardı. Onu da alıp gittim; Burhan emminin evine vardığımda karısı vardı, açsındır deyip yemek, sonra çay getirdi. Yiyip içtik, benim gözüm hep Selvi’yi aradı. Göremedim, belki bir yere gitmiştir diye düşündüm. Aradan bir saat geçmişti. Bir ara “Burhan abi Hollanda’dan geldi mi?” diye sordum. “Geldi de, geri gitti. Düğün ettik ya onun için erken gelip, gitti.” dedi. “ne düğünü dedim.” “Selvi’yi gelin ettik ya.” dedi. Anam boynunu bükerek.O anda kelimeler boğazımda düğümlendi, öylesine boğazım kurumuştu ki tek bir söz bile söyleyemedim. Kuruyan yalnız boğazım değil, bütün benliğimdi. Selvi’siz nasıl yaşardım, nasıl yeşerirdim ki… Beni sarıp sarmalayan aşk sarmaşığı, zehir olup beni yok etmişti. İnsan hayatı nasıl mı bir anda yerle bir olur?  İşte o gün anlamıştım. İçimdeki kıyametin şaşkınlığını atınca, annem devam etti “Nasıl olur, siz bize söz vermediniz mi?  Burhan gardaş, gölgemi üzerinize düşüreceğim, demedi mi, bir yıl sonra gelin takıntınızı takın demedi mi? Mustafa çalışsın usta olsun. Ben de Selvi’yi üç yıl Hollanda’ya götüreceğim, çeyizini düzsün, sonra düğünlerini yaparız, sen rahat ol bacı demedi mi? Bu neyin nesi şimdi? Ben oğlana ne diyeceğim şimdi?” deyip ağlamaya başladım. Hem siz Mustafa’mın nasıl Selvi’yi deliler gibi sevdiğini, saz çalıp ona türküler söylediğini, bilmiyor muydunuz? Nasıl kıydınız yetim yavruma?” dedim. Kadın da ağladı. Vallahi bilmiyorum bacı, bizim Burhan’ın Hollanda’daki arkadaşının oğluymuş, Elbistanlılar. Hani siz geçen yıl geldiğinizde, biz onlara gitmiştik, trafik kazası geçirmişti ya işte o çocuk. Babası da olmayınca rahat durmuyormuş, orada. Babası da, evereyim de Hollanda’ya götüreyim,  orada yanımızda olsun. Bir işe koyarız, çalışır deyip gelmişler, istediler. Burhan da hatıra kıyamadı verdi. Burada bir mevlit okutup, imam nikahını kıyıp, hepsi beraber Hollanda’ya gittiler.” Ben de dedim ”Bize verdiğiniz söz ne oldu? O da bacı ben dedim, hatun bacıgile söz verdin.  Kızın yaşı daha on beş, gelirlerse ben ne diyeyim, dedim. Burhan da,” ne yapayım, arkadaşımın da hatırından geçemedim, hem Mustafa belki iyi bir çocuk biliyorum, Selvi’yi de çok seviyor; ama baba yok, anası fakir dul bir kadın. Gurbette çalışıyor, ev yok, bark yok nasıl evlenecek, ev bark geçindirecek? Bu çocuk da belki biraz yaramaz ama neticede anası, babası var. Durumları da çok iyi, hem Hollanda da yanımızda olacaklar. Elimiz de gözümüz de üzerlerinde olacak. Sen kaygı etme, Selvi’nin yaşı on sekiz deyince resmi nikahlarını da kıyarız. Hem orada işçi olur, gül gibi geçinir giderler.” dedi. Ben de “yazıklar olsun.” deyip kalkıp geldim. İşte durum böyle oğlum, canını sıkma, ALLAH büyüktür, gün doğmadan neler doğar, inşallah rabbim sana daha iyisini, daha güzelini nasip eder, inşallah… Yetimliğim, kimsesizliğim bir kez daha en acı şekilde yüzüme vurulmuştu. İşte o anda başım döndü, gözüm karardı. Tekrar tekrar ölüyordum sanki. Tek kelime edemedim, kendimi bir boşlukta buldum, ümitlerim kesilmiş, hayalim bitmiş, dünyam zifiri karanlık… Ben o karanlığın içinde kaybolup gitmiştim. Ah Selvi’m! Nasıl ellerin olursun? Sensiz bir ömür nasıl geçer? Yaşar mıyım bundan gayrı, anlamı olur mu doğan güneşin…                                                                                   Yükü tuttuğum eve indirip, at arabasıyla geri işyerine dönmüştüm. Nasıl bir haldeyim ki ustam görür görmez “Ne oldu sana, kavga mı ettin? Yakınından birisi mi öldü? Ne bu halin?” deyince, işte o zaman; içimde beni kavuran bu ateş, volkan olup patladı. Akideli şekerin pişmiş hamurunu soğutup yoğurduğumuz masa üstü bir mermer taşı vardı. Yumruğumu sıkıp öyle bir yumruk attım ki feryat ederek, mermer üçe bölündü. Bölünen mermer değil bendim aslında. Öylesine ağlıyordum ki, ne ustam ne de iş arkadaşlarım teselli edip avutamıyorlardı. İflah olur muydu, kanadı kırık yüreğim?  Dükkan komşuları bile sesimi duyup gelmişlerdi. Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Arkadaşlardan birisi koşup çay ocağında bir arkadaşıyla tavla oynayan patronum, Niyazi Nacar’ı çağırmış. Patron geldiğinde hala kırdığım mermer taşına kafamı koymuş çocuk gibi, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Usulca kafamı kaldırıp göğsüne yaslayıp bir baba şefkatiyle “Ne oldu sana.” dedi. Sadece, sevdiğim kız diye bildim. Boğazım düğümlendi, yine hıçkırıklara boğuldum. Elini boynuma atıp yazıhaneye götürdü. Bir sigara verdi, bir de kendi yaktı. Sigarayı içince biraz sakinleşmiştim. Karşıma oturup “Anlat şimdi.”dedi. Ben de olup biteni anlattım. Acı acı güldü ve bana dönüp “biliyor musun Mustafa; hayatta birine ölümüne bağlanmayacaksın. Sen öyle seversin ki gözün hiç kimseyi görmez, ama insanoğlu nankördür, ona rağmen seni üç kuruşa satar. Bir de sen gerçek, ALLAH vergisi bir aşıksın, gerçek aşıklar kolay kolay kavuşamazlar. Sen daha iyi bilirsin ki Mecnunlar, Keremler, Ferhatlar hep böyle olmuştur. Daha nice aşıkların  kavuşması mahşere kalmıştır. Kim bilir belki de onlardan biri de sensin. Komşular, arkadaşlar hala başımızda bizi dinliyordu. Patronum, nerden giriş yapacağını bilen, görmüş geçirmiş biriydi. Yüzüme bakıp “Bak bu kadar kişi sana bakıyor, aşığın silahı nedir? Sazı, sözüdür. Şimdi bize bir türkü söyle de hem sen rahatla, hem de biz.” deyince zaten dolmuşum orda şu türküyü söyledim:

ÖYLE GİT YÂRİM

Duydum ki yakında düğünün olmuş
Zalim baban seni yâd ele vermiş
Gayrı kavuşmamız mahşere kalmış
Koy mezara beni öyle git yârim.

Gözüm göre göre yâda veremem
Güller ektim dikenleri deremem
Senden gayrısıyla murat eremem
Koy mezara beni öyle git yârim.

Mezarım üstünde dikenler bitsin
Konsun baş taşıma baykuşlar ötsün
O zalim yâd eller murada yetsin
Koy mezara beni öyle git yârim.

Düşmüşüm bir derde çektiğim ahtır
Kader böyleymiş ALLAH’ın takdir
Gayrı yaşamamın anlamı yoktur
Koy mezara beni öyle git yârim

Sakın gelme mezarımın başına
Dertli âşık yazın başım taşına
Ben seni sevmişim boşu boşuna
Koy mezara beni öyle git yârim

Âşık Yeydani’yim ahu zarımı
Duyanlar ağlıyor intizarımı
Al kazma küreği kaz mezarımı
Koy mezara beni öyle git yârim

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
Malatya Boşanma Avukatı-Malatya Ceza Avukatı