Yoksulluk yetimlik var idi özde
Her şey para mıdır söyleyin siz de
Neden durmadın ki verdiğin sözde
Sevdiğimi ele verdin ağlarım.
Gayrı yanan yüreğimi, ne Beydağı’nın esen poyrazı ne Yama dağının karı ne Kuluncak’ın Tohma’sı ne de Yunluk’un deresi soğutabilirdi. Ayrılık acısı ölümden beterdi, hiç ummadığım yerden darbeyi yemiş, sersem olmuştum. Benim için yaşamın da ölümün de bir farkı yoktu. Zaten ben de yaşayan bir ölüden farksızdım. Tıpkı arısı geçmiş bir boş kovan gibiydim, artık ne işim ne para pul ne de heves güves aldığımız arsa ve attığımız ev temeli gözümde yoktu. Çok istememe rağmen anam ve abimin gelmesine bile sevinememiştim. Sırtımdan öylesine bir hançer yemiştim ki sevdiğim tarafından, ucu kalbimi parçalayıp çıkmıştı. Ben de ne kalp kalmıştı ne de hayat sevinci. İşyerinde verimsizdim hep her şeyi yanlış yapıyor; ustamdan, patrondan uyarı alıyordum ama umurumda değildi. Nasıl olsa her şeyimi kaybetmiştim, yaşamak için artık bir nedenim yoktu. Kafam iyice tutmaz olmuştu, bazen anam bir istekte bulunuyordu unutup tekrar soruyordum. Bir akşam eve vardım, anamı ağlar buldum. Üzüldüm boynuna sarılıp “Kurban olam anam nedir derdin, niye ağlıyorsun? “dedim. “Ben senin için kurulu evimi ocağımı bırakıp yanına geldim, senin de şimdi ne varlığın ne yokluğun, bir kız uğruna deli olup gittin. Ben ne yapayım şimdi” dedi. Ben duvarda asılı sazı alıp beni bu hale getiren anamı ağlatan beni hayattan soğutan adeta canlı bir cenazeye döndüren uzaktan da olsa emmi bildiğim bu emmime şu türküyü söyledim:
Açtın şu sinemde bitmiyor yaram
Aradım dünyayı bulunmaz çarem
O benim Aslı’mdı ben ise Kerem
Kerem’i Aslı’dan ayırdın emmi
Beni yardan etti şu zalim gurbet
Yüreğim yakıyor içimde hasret
O bir Şirin idi ben de bir Ferhat
Şirin’i Ferhat’tan ayırdın emmi
Yürekten sevene olur mu böyle
Fakirlik suç ise yüzüme söyle
Ben ona Mecnûn’dum o bana Leyla
Mecnûn’u Leyla’dan ayırdın emmi
Aramıza girdi bir kara çalı
Bu sevda yüzünden olmuşum deli
O benim gülümdü ben de bülbülü
Bülbülü gülünden ayırdın emmi
Dillere destandır çektiğim kâhır
Kurtulmam bu dertten ölürüm ahîr
O benim Zühre’mdi ben ise Tahir
Tahir’i Zühre’den ayırdın emmi
Yeydani’yim bu mu zenginin tarzı
Feryadım titretir semayı arzı
Ben bir Kâmber idim o da bir Arzu
Arzu’yu Kâmber’den ayırdın emmi.
Ortalıkta dolanan bir zavallıdan farkım yoktu. Kim bir sual sorsa boş gözlerle bakıyor, tek kelime etmeden çekip gidiyordum. Aşağılık kompleksine kapılmıştım artık, benim için hiç bir şeyin değeri yoktu. Hatta kendimin bile. Sevdiği kızı bile alamayan ben ne işe yarardım ki? Oysa hayat dolu bir gençtim, gelecek için büyük hayallerim vardı. Çalışmayı severdim ama gel gör ki gayrı hiç bir şeyde gözüm yoktu. Tüm güzellikler benim için ölmüş ve de toprağa gömülmüştü. Ölümünü bekleyen kimsesiz, yaşlı ve hasta biri gibiydim. Yalnız beni rahat bırakmayan bir şey vardı ki o da rüyalar… Hemen her gün rüyama giriyor, ağlayarak uyanıyordum. Bu da bana daha çok acı çektiriyordu. Yine bir gün böyle bir rüya gördüm ve rüyamda da bu türküyü söyledim. Rüyamda Elbistan’ın bir köyüne gitmişim, kırlarda dolaşırken çoban kaval sesi duydum. Daha önce çobanlık da yaptığım için gidip dertleşeyim dedim. Oraya vardığımda soğuk bir çeşme, billur gibi suyu havuzlara akıyor, koyunlar içiyor, çoban koyunları suya indirme havası çalıyor. Koyunlar bu kaval sesine aşinadır, hemen suya akışır kana kana su içerler. Selamdan sonra çobanla biraz dertleştik, çeşmenin alt tarafında salkım söğütler, söğütlerin altında koyunları sağmaya gelen gelinler, kızlar oturuyordu. Epey sonra ikindi vakti çoban bir tas süt getirdi. İçtim, sürü dağlara doğru yürürken koyun sağmaya gelenler helkeleri süt dolu, köyün yolunu tutmuşlardı. Ve ben yine yalnızdım. Rüyamda söğüdün altında uyumuşum, biraz sonra ufak bir köpeğin havlamasıyla uyandım. Çeşmenin başında bir gelin testisine su doldurmuş, gitmek üzere. Olamaz dedim, bu o! bu benim Selvi’m… Hemen koşup önünü kestim, beni görünce durdu. Gül pembesi yanakları iyice kızardı, al al oldu. Hala tek eliyle testiyi tutuyordu, sanki ikimizin de nutku tutulmuş, öylece kala kalmıştık, tek yaptığımız şey yaşlı gözlerle bakışmak. İçim öylesine yanıp kavruluyordu ki belki de kafamdan dumanlar çıkıyordu. İyice yaklaştım yanına, elini tutacak oldum, vazgeçtim… Ve rüyamda şu türküyü söyledim, Selvi’ye :
VURULUR
Salınıp da suya giden sevdiğim
Testin var salınma kolun yorulur
Öyle allı pullu giyinip gezme
Seni görüp deli gönlüm vurulur.
Bir söz söyler isem eylerim hata
Yol gider mi dersin ölümden öte
Zalim baban seni vermiş bir ite
Desem nazlı yarin gönlü kırılır.
Sabırla bekledim hep yollarını
Koklattın ellere sen güllerini
Bari şimdi olsun aç kollarını
Seven sevdiğine elbet sarılır.
Bırak git ne olur hâlimi sorma
Vurduğun yetmez mi bir daha vurma
Zaten konuşmuyorsun yanımda durma
Duyar hain kocan sana darılır.
Ben seni etmiştim başımın tacı
Yokmuş ayrılığın bir tek ilacı
Belimi kırıyor çektiğim acı
Hesabı ahirette elbet sorulur.
AŞIK YEYDANİ’NİYİM ahû zarıma
Duyanlar ağlıyor intizarıma
Selvi’m ölür isem gel mezarıma
Seni görür belki ceset dirilir.
Uyandığımda anam baş ucumdaydı. Belli ki ağlayarak söylemiştim bu türküyü. Anacığım fistanının eteğiyle gözyaşımı silip beddua etmeye başladı. Bize bunu edenin yuvası yıkılsın, çocuğu öksüz kalsın diye. Anama sarılıp “Anam, bu benim kaderim, çekecek çilem varmış, çekeceğim. Sen üzülme, görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler.”deyip teselli etmeye çalıştım.