Gazetecilik Aşktır, Karşılığı Olmasada
Bizim coğrafyada çocuklar uysal büyümek zorunda. Üstelik kız çocukları iki kez uysal olmak zorunda. Ama ben hiç uysal olamadım. Doğru bildiğimi her yerde söyleyip durdum.
Bu duruş, kağıt ve kalem seviyesiyle birleşince sanırım gazetecilik için temel kazılmış oldu.
Üzerine inşaatı lise biter bitmez başladım. Dahiliye doktoru Celal Arabacıoğlu’nun asistanı olarak işe başlamıştım. ‘İnsan’ kitabı başta olmak üzere gazetelere sayısız makaleler yazan Dr. Arabacıoğlu, içimdeki gazetecilik gökdeleninin adeta inşasını hızlandırdı.
Farklı bir kişilikti. Yardımseverdi. Çukurova Üniversitesi’nde ders veriyordu. Yanı sıra şehir merkezinde bulunan muayenehanesinde hasta bakıyordu. Üretimi tarımda seviyordu.
Kasetçalarından Mozart sesi duyunca anlardım ki gazete için yazısını yazıyordu. El yazısıyla yazdığı makalelerini daktilo etmek ve gazeteye ulaştırmak benim işimdi. Yazılarının ilk okuru olmak keyif vericiydi ve öğreticiydi.
Bir gün üniversiteden muayenehanesini aradı. Bana telefonda üniversitede işinin uzayacağını, bugün gelemeyeceğini, ancak gazete için söz verdiği yazının mutlaka yazılıp teslim edilmesi gerektiğini söyledi.
“Nasıl yapalım?” dememe fırsat vermeden. “Bugün sen yaz ve gazeteye götürüp teslim et” dedi ve telefonu kapattı.
İnanamıyordum. Bunu nasıl isterdi? 19 yaşındaki bir kız Dr. Arabacıoğlu’nun yerine nasıl yazardı, ne yazardı? Hadi konu buldu diyelim. Yazabilir miydi? Hadi yazdı diyelim. Kim yayınlardı?
Kafamda sorularla daktilonun başına geçtim. O gün işe gelirken dolmuşta uzun uzadıya bir sokak çocuğunu gözlemlemiştim. Kimdi? Nerede yaşıyordu? Neler yaşıyordu? Okula gidebilmiş miydi? Şu an aç mıydı? Şimdi nereye gidiyordu? Derin alın çizgileriyle uzaklara dalarken ne düşünüyordu? Bu çocukların sayısı neydi? Büyüdüklerinde nasıl insanlar oluyorlardı? Ve toplum bu çocukların farkında mıydı? Devlet bu çocukları koruyabiliyor, topluma kazandırabiliyor muydu?
Düşündüklerimi yazdım. Kağıdı daktilonun merdanelerinden çektiğimde makale bitmişti. Gazeteye götürüp teslim ettim.
Acaba yayınlanacak mıydı?
Sanırım o gece hiç uyumadım. Sabah erkenden gazeteyi alıp sayfalarını araladım. Yazı yayınlanmıştı. Ama altında ‘Filiz Tunç’ imzası vardı. Dr. Arabacıoğlu’na ‘İsmimi ben yazmadım’ dedim.
“Biliyorum kızım” dedi. Gazeteyi aradığını “Bugün benim köşemde asistanımın yazısı ve onun imzası olsun istiyorum” dediğini söyledi. “Özgüvenini artırmak, yeteneğini ortaya çıkarmak istedim” diye ekledi.
Bu naif insan yazdığımı görmeden bana güvenmişti.
Bu ilk yazımın ardından yıllar geçti. Yoruldum, es verdim ama yazmaktan hiç vazgeçmedim.
Dünyanın en zor mesleklerinden biridir gazetecilik. Bilgiyi, merhameti, ahlakı, dosdoğru olmayı, fedakarlığı, hızı, heyecanı, cesareti özetle insan olmayı gerektirir.
Gazetecilik para için, zengin olmak için yapılmaz. Karşılıksızdır ama aşkla yapılır.
Diplomasi, savaş muhabirlerini getirin gözünüzün önüne. Size haber verebilmek için selin, yangının, tayfunun, savaşın, merminin, önündeki spikerleri getirin aklınıza…
Saat, gün, resmi, dini tatil demeden haber peşinde koşanlarla empati yapın lütfen.
İşini en iyi yapmak için türlü fedakarlıklara katlanan, ailesinden, sevdiklerinden çaldığı zamanını sizin haber alma özgürlüğünüze harcayanlara…
Değerli meslektaşlarıma saygıyla…
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramımız kutlu olsun